Muammer Aksoy’dan Abdi İpekçi’ye: Katilleri Tanıyoruz!
31.01.2014 08:32:37
A+ A–
Burası Türkiye!
Neredeyse her güne ünlü bir faili meçhulün düştüğü ülke burası!
TİHV(Türkiye İnsan Hakları Vakfı)’in TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na verdiği rapora göre, yalnızca 1990-2012 yılları arasında 1901 faili meçhul cinayet var.
Öncesi ve sonrasını da katarsanız, yılın her gününe düşen faili meçhul cinayet sayısı ile dünya rekorunu elinde bulunduran bir ülke burası.
Biz adları kamuoyu tarafından bilinenleri anabiliyoruz.
BİR GÖRÜŞ UĞRUNA!
Örneğin tarihler 31 Ocak 1990’ı gösterdiğinde, karanlık bir el Prof. Dr. Muammer Aksoy’u katletmişti.
Türkiye’nin, bilenen en demokratik anayasası olan ’61 Anayasası’nı hazırlayan ekibin içindeydi.
Milletvekilliği ve Ankara Barosu Başkanlığı yaptı.
Muammer Hoca, Turgut Türksoy’un “Deniz: Güneşin Çocukları” kitabında romanlaştırdığı üzere, ABD’li askerlerin kaçırılmasına şiddetle karşı çıkmış biri. “Türkiye’nin içine çekilmek istendiği tuzağa düşülmemesi için” uğraş vermişti.
Öncesinde madenlerimizin millileştirilmesi için mücadele etmişti.
Özerk ve demokratik üniversitenin bayraktarlığını yapmıştı.
Burun kıvıranlar olabilir; ama O tam 72 yaşındayken, her biri kendi alanında efsaneleşmiş Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bahri Savcı, Münci Kapani ve kendisi gibi faili meçhule kurban giden Bahriye Üçok gibi isimlerle ADD’yi kurmuştu.
Burun kıvıranların daha kırklı yaşlarda her şeyden elini eteğini çekip sahilde küçük bir kasabada inziva hayatı yaşamayı seçtiği bir ortamda, O, benzerleriyle birlikte “bir görüş uğruna” mücadeleyi seçmişti.
Şimdilerde “paralel devlet, ananas cumhuriyeti” tartışmaları sürüyor ya, işte O Muammer Hoca, Fetullah Gülen, henüz İzmir’de bir vaizken, Tayyip Erdoğan, henüz sokakta top peşinde koşarken, “devlet hukukla yaşar” diye vecizeleşen görüşlere sahipti.
“Yarını bugünden okumak”, işte böyle bir şeydi!
İdeali, bağımsız ve demokratik bir Türkiye’de yaşamaktı.
Zaten bu idealine bağlılığı nedeniyledir ki kısa bir süre sonra da evinin önünde kurşunlanarak öldürülmüştü.
YA ABDİ İPEKÇİ?
Daha geriye gitmeye hazır mısınız?
Örneğin 1 Şubat 1980’e!
Abdi İpekçi’yi hatırlıyor musunuz?
Abdi İpekçi’yi hatırladığınıza göre sonradan Papa Suikastı ile ünlenen Mehmet Ali Ağca’yı da hatırlarsınız!
“Vuranı, vurulanı belli bir cinayet, bunun neresi faili meçhul” diyeniniz olabilir!
Öyle midir?
İpekçi, Türkiye’nin hızla 12 Eylül’e doğru sürüklendiği bir ortamda, “editoryal bağımsızlık” fikrinde ısrar eden ender gazeteci yöneticilerindendi.
“Editoryal bağımsızlık“tan, yani bugünün medyasında mumla arasanız bulunması imkansız bir özelliğe sahip olmaktan bahsediyorum!
Bu kadarla da yetinmemiş; Türkiye’nin hızla sürüklendiği kaos ortamının yaratıcılarıyla ilgili bilgilere ulaşmıştı.
O bilgiyi, dönemin Başbakanı Ecevit ile paylaşmış ve Ecevit’in etrafının da kuşatıldığına dikkat çekmişti.
Yalnız başına bu bile ABD’nin “ours boy“larını, onların adına “kurşun atanlar“ı rahatsız etmeye yetmişti.
1 Şubat 1979 günü, evinden işine giderken, kurşunlanarak öldürülmüştü.
Katili Ağca’nın İpekçi ile kişisel bir alış verişinin olmadığını biliyoruz.
Peki niye tetiği çekti?
Niyesi için filmi hızla ileriye saralım ve Esenyurt’ta, bir seçim bürosu açılışı sırasında öldürülen MHP‘li Cengiz Akyıldız’ın cenazesi sonrasında yaşanan gerginliğe dair Devlet Bahçeli‘nin söylediklerine kulak verelim.
BAHÇELİ DİYORSA, BİR BİLDİĞİ VARDIR!
Ne demiş Bahçeli?
“Yaşanan gerginlikler, polisin şuursuz tavrının sonucu ve içimize sızmış ajan provokatörlerin eseridir”!
Öyleyse!
Filmi tekrar geri saralım ve 1969’larda kurulan Komando Kamplarına, 6. Filo’yu protesto eden devrimcilere saldıranlara, yüzlerini 6. Filo’ya dönüp namaz kılanlara, Kanlı Pazarlara, Sivas’a, Çorum’a, Kahramanmaraş’a bakalım.
Baktığımız yerden başımızı kaldırdığımızda İstanbul Üniversitesi’nin masum öğrencilerinin bombalandığını, Balgat ve Piyangotepe’de kahvede pişpirik oynayanların katledildiklerini göreceğiz!
Nihayet İpekçi cinayetine geri dönelim.
Gazeteci İpekçi’den Hukukçu Aksoy’a uzanan ve sayılarını da, adlarını da bilmediğimiz binlerce cinayet, yüzlerce faili meçhulle örülmüş ve üstü kara bir şal ile örtülmüş “derin” bir çizgi var. Tıpkı daha dün andığımız Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e; Mustafa Suphi’den Musa Anter’e kadar uzanan karanlık ve “derin” bir çizgi olduğu gibi.
Israrla o “derin“liğe bakalım.
O “derin”likte bize dair başkalarının yazdığı karanlık senaryoları göreceğiz!
Cesaretle ve kararlılıkla kendi geçmişimize bakıp, o karanlık senaryoları deşifre edelim.
Aksoy’un da, İpekçi’nin de ruhu ancak öyle şad olabilir; ancak o zaman Türkiye’nin özgürlükçü ve demokratik bir ülke haline gelmesine de kapı aralamış oluruz!