Necdet SARAÇ
Havada uçuşan fetvalar!
Havada fetvalar uçuşmaya başladı!
Osmanlı’da karar her zaman ve tereddütsüz padişahındı. Ancak “kural gereği” padişah ferman yayınlamadan önce Şeyhülislam (Bugünün Diyanet İşleri Başkanı) fetva verirdi. Fermanla ilan edilecek “padişah kararı” Şeyhülislam’ın fetvasına yansır, sonra padişah fermanını yayınlar ve “danışıklı dövüş” tamamlanmış, “operasyon” bu şekilde “dinimize göre de caiz” hale getirilmiş olurdu!
İslamiyette “dini bir kurum” tarafından herhangi bir konunun dine ya da daha açık ifadeyle “İslam hukuku”na uygun olup olmadığını, yapılabilir olduğunu bildiren “karara” fetva deniyor. Fetva ile amaç açık; iktidarın isteğine uygun olarak inanları tekleştirmek, inanmayanlara “gözdağı” vermek ve giderek “tek tip insan” yaratmak!
Düşünürken, yürürken, çalışırken…
“İktidar” dediğin ise İslam coğrafyasında yüzbinler, milyonlar falan hiç olmamıştır. İktidar hep bir avuç Oligarşi olmuştur! Hatta çoğunlukla bir tek kişi, bir tek aile olmuştur! Tıpkı bugün gibi…
EL ELE TUTUŞMA!
Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde fetvaları veren kurumun adı,“Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu”.
Aklınıza gelen her konuda fetva veren bu kurum, son olarak “nişanlıların flört etmeleri, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları gerekir” diye fetva verdi!
Bu tür fetvalar “cemaat içi” olsa ve duyurulma alanı “inananlarla sınırlı” kalsa belki bir ölçüde anlaşılabilir. Ama bunun böyle olmadığını hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. Fetvalar “Kanun Kuvvetinde Kararname” gibi! Kurumun kendisiyle, o kurumla uyumlu iktidarla bütünleşiyor ve toplumu “hizaya sokma” işlevini üstleniyor. Böylece “dini karar” olmaktan çıkıyor ve adeta bir siyasi karara dönüşüyor…
Nitekim, ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanı sıra bir süredir Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık da “siyasi birer fetva kurumu” gibi çalışmaya başlamadılar mı? Onların yargıya söyledikleri ertesi gün uygulanmaya başlamadı mı? Kuvvetler ayrılığı kağıt üzerinde anlamsız bir ibare olarak kalmadı mı?
Diyanet İşleri Başkanı ile Cumhurbaşkanı’nın, Cumhurbaşkanı ile Başbakanının veya bakanların “dili” aynılaşınca, her söz askerinden polisine, memurundan sokaktaki insanına fetva gibi olmaya başlamadı mı?
FETVALARA İTİRAZ ÇOK CILIZ!
İşin ilginci de bu duruma, yani “dini ve siyasi fetvalara” itiraz etmesi gereken toplumsal ve siyasi çevreler “dut yemiş, bülbül” rolünü oynuyorlar. Laiklik kavramı, eşit yurttaşlık kavramı neredeyse akla bile gelmiyor. Tepkiler “o fetvanın hedefi olan” çevrelerle sınırlı kalınca “hoşgörü ve tolerans” adına dini gericiliğin alanı genişliyor…
O zaman “laf düzeyinde 78 milyona hizmet veren” Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez çok rahat fetva gibi, “Cemevleri caminin alternatifi veya başka bir inancın mabedi gibi gösterilemez, bu bizim kırmızı çizgimizdir” diyebiliyor!
Örneğin, söylediğiyle fiili olarak “Cemevi ibadethane değildir” diyen Diyanet İşleri Başkanı’na “sen bir başka inanca bu şekilde müdahale edemezsin” diye tepki gösterenler Alevilerle sınırlı kalınca, bu durumdan güç alan Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu da “çok rahatlıkla” “Alevi olan kişi ile evlilik caiz midir” sorusuna, “Müslüman olanla evlenilir, olmayanla evlenilmez” diye fetva yayınlayabiliyor!
“Nişanlılar baş başa kalmamalı, el ele tutuşmamalı”dan başlayan fetva böylece engelsiz bir şekilde “Aleviyle evlenilmez”e kadar varıyor!
“Aleviyle evlenilmez” fetvasına cesurca tavır alın(a)mayınca, Başbakanın “Cuma günleri mesai saatinin ibadet özgürlüğünü etkilemeyecek şekilde düzenlenmesi için bir taslak hazırladık” şeklindeki “siyasi fetvasına” da tavır alınamıyor!
Böylece siyasal İslam adım adım bütün toplumsal ve siyasi kesimleri şiddeti meşrulaştırdığı gibi, benzer bir yöntemle fetvalar üzerinden “yeni siyasal rejimini” meşrulaştırmaya başlıyor!
İş bu duruma gelince Selahattin Demirtaş bile sanki çok normalmiş gibi şeriata göre yönetilen ülkelerde olduğu gibi Cuma günü düzenlemesi kararına “insanların Cuma namazında ibadetini rahatça yapabilmesi için son derece makuldur” diyebiliyor!
Oysa, laiklik, eşitlik, özgürlük, demokrasi diyen toplumsal ve siyasal kesimler için yapılması gereken belli!
Hem dini, hem de siyasi fetvalara “dur” diyebilmek gerekiyor! Üstelik bu tepki, yalnızca “klasik tepki” olsun diye de değil, “durun bakalım siz kim oluyorsunuz da bize kendi doğrularınızı dayatıyorsunuz” sorusuyla birlikte olabilmeli!
DİNDEN DEMOKRASİ ÇIKMAZ!
Çok açık ki, dini referanslara ses çıkartılmadığı sürece, hepimizi yeniden dizayn etme çabası, dinle, imanla sınırlı kalmayacaktır!
Ele ele tutuşmanın günah olduğundan, “Cemevleri mabet değildir”e, Cuma günleri öğle tatili Cuma namazına göre düzenlensinden “Pazar değil Cuma tatil olsun”a kadar, oradan da “Bay Başkan diyor ki onu yapma, bunu yap”a kadar genişleyecektir…
Bıkmadan ve usanmadan tekrarlamak gerekir ki; Bu ülkede dini kurumlar ve dini referanslar devletin kurumsal kimliği dışına çıkartılmadan, Diyanet kaldırılmadan, inanç özgürlüğü ve laiklik açıkça ve bağıra çağıra savunulmadan, “İslamdan da, adı ne olursa olsun iktidar isteyen bütün dinlerden de demokrasi çıkmaz”! Gerilim de bitmez, ülke de normalleşmez!
Ülkenin de, bölgenin de normalleşmesinin yolu devlet yönetiminde laikliğin hakim bir uygulama olmasından geçiyor!
Laikliği de, özgürlüğü de, demokrasiyi de din adına iktidar isteyen, her konuyu kendi doğrularını fetvalarla hakim kılmaya çalışanlar hayata geçiremez, ancak ve ancak solcular hayata geçirir!