Kuramsal olarak devletin ne olduğu, nasıl oluştuğu konusu ile ilgilenen biz solcular, nihai olarak devletin yok olmasını da düşlediğimiz için, devlet yönetme sanatının nasıl olduğu ile ilgilenmedik; bu yüzdende bunu bilmeyiz. Yıllar sonra, konuyu merak edip incelediğimde gördüm ki, devlet yönetmek bir başka sanatmış. Devletinin oluşum sürecini yani devletin ne olduğunu bilmekle, devlet yönetme sanatını bilmek aynı anlama gelmezmiş.
Devlet yönetme sanatının özünü, Floransa’lı ünlü devlet adamı Niccollo Machiavelli (1469 – 1527) yazmış. Bu devlet yönetme sanatının özü, halkı birbirine düşürerek, halkın elde tutulması anlayışına dayanıyormuş. Tecrübeyle anlaşılmış ki, halk birbirini sever, birbirine güvenir, birlik içinde olursa, kendileri için yeni haklar, daha iyi yaşam koşuları filan istiyorlarmış, buda devleti sıkıntıya sokuyormuş. Eğer halk sürekli birbiriyle didişir, örneğin mezhepler ya da etnik halk tabakaları birbirine düşerse, bu endişe ortamında canının derdine düşen insanlar, daha iyi bir hayat yaşayalım diye, devletten hak isteme uğraşına giremiyorlarmış. Bu bilimsel olarak incelenmiş, sakıncalarının neler olabileceği üzerine görüşler oluşturulmuş bir teoriymiş. Bunları öğrenince, devletinin ne olduğunu bilmek kadar, devleti yönetenlerin mantığının nasıl çalıştığını bilmenin de yararlı olduğunu gördüm.
Mesela, “ Ezilenlerin Pedagojisi” adlı kitabında, bu türden politikaları inceleyen, Paulo Freire şöyle diyor: “Ezen azınlık bir çoğunluğa boyun eğdirdiği ve egemen olduğundan, iktidarda kalmak için çoğunluğu bölmek ve bölünmüş halde tutmak zorundadır. Azınlık kendine halkın birliğini hoşgörme lüksünü tanıyamaz; çünkü bu, hiç kuşku yok ki hegemonyasına ciddi bir tehdit demek olurdu. Dolayısıyla, ezenler, ezilenlerde biraz olsun birleşme ihtiyacı uyandırabilecek her tür eylemi tüm araçlarla (şiddet dâhil) önlerler. Birlik, örgütlenme ve mücadele gibi kavramlar derhal tehlikeli olarak damgalanır. …”[1]
Çok eskilerden beri uygulana geldiği bilinen, bu kötü politikanın asıl mimarı ise, bir anlamda bu politikayla özleşmiş olan ünlü İtalyan devlet adamı Machiavvelli’dir[2]. Machiavvelli, “Hükümdar adlı kitabında, devleti yöneteceklere öğütler verirken, şöyle tembihler de bulunuyor: “Atalarımız, özelliklede onların akıllı olanları, ağız birliğiyle, Pistolia’yı parti kavgaları ile Pisa’yı kalelerle tutmak gerektiğini söylerlerdi. Bazı kentleri kolaylıkla elde tutabilmek için halk içinde bölücülüğü körüklerlerdi. İtalya’nın az çok denge içinde olduğu bir dönemde, bu yöntem iyi olabilirdi.”[3]
“Bence Venetler, kendi egemenlikleri altındaki kentlerde Wolfe ve Ghibellino topluluklarını bundan ötürü kışkırtıyorlardı. İşi kan dökmeye kadar götürmelerine izin vermezlerdi, ama aralarındaki düşmanlığı körüklerlerdi. Kendi aralarındaki bu bölünme yüzünden halkın Venetler’e karşı ayaklanmayı aklına getirmeyeceğini düşünürlerdi. …
Bu yöntem hükümdarın zayıflığını gösterir. Güçlü bir devlet içinde bu tür ayrılıkçılığa izin verilemez. Barış dönemlerinde halkın kolay yönetilmesini sağlayan bu yöntem, savaş zamanlarında tehlikesini derhal gösterir”.[4] “Çünkü, zayıf taraf düşmanla birleşecek, diğer tarafta tek başına dayanamayacaktır”[5]
Dikkatle incelenirse, son dönemlerdeki Alevi katliamlarının hepsi, bir askeri diktatörlük sonrasında, halkın birleşip, kaybettiği haklarını geri almak için mücadele etmeye başlaması sonucu oluşan, sol- Sosyal Demokrat partilerin güçlenme eğiliminde olduğu dönemlerde olmuştur. Bundan dolayı, Maraş Katliamı 12 Mart 1971 Askeri diktatörlük döneminden sonra, CHP’nin iktidarda olduğu dönemde, 2 Temmuz katliamı ise 12 Eylül 1980 askeri diktatörlük döneminden sonra, yine SHP’nin koalisyon ortağı olduğu döneme olmuştur; aynı günlerde olan, Başbağlar katliamını da bu ince taktiğin içinde düşünmemiz gerekir. Ama unutmayalım ki bunlar bir rastlantı değildir. Halk ya da halklar birleşirde, mücadele ederek haklarını istemeye başlarsa, bunun sonucunun nereye varacağı bilinemezmiş, bu yüzdende, halkın birliğinin önünü kesmek için, halk birbirine düşürülüp, halkın birbirine olan güveni kırılırmış. Ben Alevi katliamlarına yol açan politikanın da, böyle bir politika[6] olduğunu düşünüyorum. Bu politika Yugoslavya’da da böyle uygulanmıştır.
Son günlerde, Aksaray’da başlayıp, sonra Kara Deniz bölgesine görülen, oradan da Fethiye ye sıçrayan HDP’nin örgütlenmesine tepki bahanesiyle Kürtlere karşı yapılan saldırılara bakınca, ustalık dönemine giren AKP Hükümetinin de, bu politikayı uygulamaya başladığını görüyorum. Ustalık döneminde olan AKP hükümeti, genel olarak topluma, özel olarakta Kürtlere diyor ki, eğer beni iktidardan düşürürseniz, benden sonra tufan olacak, bu Türk milliyetçileri, Batıda Kürlere saldıracak, bu toplumda iç savaşa dönüşecek. Bunu istemiyorsanız eğer, AKP hükümetine katlanın, benim iktidarıma alışın diyor.
AKP hükümetinin ustalık döneminde uyguladığı bu ince politikayı gören, bunu anlayan devrimcilerin, demokratların, Alevilerin, kısaca bu yurdu gerçekten seven insanların, ne yapması gerekiyor; çünkü ustalaşan AKP hükümetinin bu politikasını boşa çıkarmak bu güçlerin elindedir. Bizlerse, bu koşullar karşısında, bütün cemi cümlenin; Kürt, Türkmen, Arap, Ermeni, Çerkez, Laz, Alevi, Sünni, Hıristiyan, dinli dinsiz demeden, kısaca bu topraklarda yaşayan bütün halkın, dostluğuna, birlikteliğine çalışmalıyız. İşte bu koşullardan dolayı, bütün cemi cümleye – 72 millete, bir gözle bakan Alevi kurum temsilcilerine büyük görevler düşmektedir. Aleviler tarihlerinin hiçbir döneminde, -ne dün nede bugün-, bu ülkede ne Alevi Şeriatın uygulanmasını istediler –böyle bir şey de yok zaten- ne de bir Alevistan kurmayı hayal ettiler. Aslına bakarsan, eşit yurttaş olmak istiyoruz diye sokaklara dökülen Aleviler, kendileri için hiçbir şey istemiyorlar, Aleviler yaşadıkları bu ülkenin, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi laik, demokratik, insan haklarına dayalı, eşit hukuk kurallarıyla yönetilen, bir ülke olmasını istiyorlar; hepsi bu. Yani ozanımız Mahzuni’nin, “Bütün fakirler doyaydı kendimi fakir göreydim” dediği gibi, Aleviler fakirler doysun bizde fakir olalım istiyorlar. Bunun içinde, bütün fakirleri birleştirici, bütünleştirici bir politika izlemektedirler. Bu yüzden Aleviler, sanki ülkede bir mezhep savaşı veriliyormuş gibi, söylemlere, kimi yerlerden Alevilere önerilen, “Alevilerde silahlı birliklerini kursunlar”, “Alevi savunma komiteleri oluşsun”, “Alevilerinde bir PKK’si olsun”, “Aleviler Zülfikarı kuşansın”, “Devrimci Aleviler birliği kurulsun”, “Alevi Devrimci Direniş Hareketi’ oluşsun” vb, vb önerilen önerilere kanmamalıdırlar. Biz AKP hükümetinin saldırılarına karşı, AKP hükümetinin saldırılarından nasibini alan, bu tehdidin altında bulunan, bundan rahatsız olan herkesi, demokratik, özgür, hukuk üstünlüğüne dayanan, çağdaş, laik bir Türkiye hedefinde birleştirmeliyiz. Alevilerin gideceği ne bir ülkeleri var, nede uygulanmasını istedikleri özel bir Alevilik rejimi var, Aleviler Avrupa’da var olan, çağdaş demokratik ülkelerdeki gibi bir hayatın burada da olmasını istiyorlar; hepsi bu. Alevilere yakışacak olan budur, biz bize yakışan olanı yapmalıyız. AKP hükümetinin alternatifi de laik, demokratik, insan haklarına dayalı, herkese eşit hukuk kurallarının uygulandığı, özgür bir ülkeyi inşa etmektir, bu AB standartlarını buraya da uygulamakla olur.
Aşk ile. 12 Mart 2014 / Ali Rıza Aydın
[1] Paulo FREİR. Ezilenlerin Pedagojisi. İstanbul, birinci baskı 1991, ikinci baskı 1995, Sayfa.118-119. Ayrıntı yay. 2.baskı
[2] Machıavellı 3 Mayıs 1469 da doğuyor 1527 da ölüyor. 1498’ de Floransa kent devletinin “ikici sekreterliğine” seçiliyor, 14 yıl -1512 yılına kadar- aralıksız bu görevini sürdürüyor. İkinci sekreterlik meclisten (senatodan) sonraki en yetkili kurumdur.
[3] Machiavelli, Hükümdar (İl Principe) XX. Bölümünden aldım, Sosyal yayınları, İstanbul 1992, sayfa 99, 100. Bu bölüm çok önemli olduğu için, Paragrafın tümünü buraya almak istiyorum: “Atalarımız, özelliklede onların akıllı olanları, ağız birliğiyle, Pistolia’yı parti kavgaları ile Pisa’yı kalelerle tutmak gerektiğini söylerlerdi. Bazı kentleri kolaylıkla elde tutabilmek için halk içinde bölücülüğü körüklerlerdi. İtalya’nın az çok denge içinde olduğu bir dönemde, bu yöntem iyi olabilirdi. Fakat, bugün bunun iyi olacağını sanmıyorum. Bölünmelerin en ufak bir yarar getireceğine inanmıyorum. Tam tersine, bölünmüş kentler düşman karşısında yok olacaktır. Çünkü zayıf taraf düşmanla birleşecek, diğer tarafta tek başına dayanamayacaktır.” Machiavelli’in bu uyarısı ışığında 1402’deki Ankara savaşına bakmak gerek. Konu bu bağlamda düşünülürse ileriki tarihleri de açıklar.
[4] Machiavelli, Hükümdar (İl Principe) XX. Bölümünden aldım, Sosyal yayınları, İstanbul 1992, sayfa 99, 100. -Beşinci baskıda sayfalar değişmiş ama 20. Blümde aynı anlatım var, sayfa 220, 221, 222.
[5] Machiavelli, Hükümdar (İl Principe) XX. Bölümünden aldım, Sosyal yayınları, İstanbul 1992, sayfa 99. Hatırlarsanız, 1402’de ki, Ankara savaşında bu olmuş, Osmanlı ordusundaki Türkmenler savaş alanında Timur’un saflarına geçerek Osmanlının yenilmesine yol açmışlardır. Bundan ders çıkaran Yavuz, Şah İsmalle savaşa giderken önce Anadolu’daki Türkmen Kızılbaşları kırar. Marx tarih bir bilimdir derken bunu kasteder, tarih olması gerektiği gibi olmak zorundaydı. Ama Nazım’ın Şeyh Bedrettinde dediği gibi, biz bunları bilsek te, yinede “bu yürek bundan anlamaz, o hey gidi kahpe felelek hey, hey gidi kahpe devran hey der”
[6] Savaşlar gibi katliamlarda, izlenilen bir politikanın silahlarla sürdürülmesidir.