İcatların ihtiyaçlardan doğdukları gibi, kavramlar da toplumsal süreç içinde ihtiyaçlardan doğar bir olguyu ifade ederler.
Ancak toplumsal yapılar değiştikleri halde, o toplumsal yapıların yarattığı kavramlarla ile gelenekselleşen adetler, dönüşümler geçirerek yaşamlarını sürdürürler. Bugün kullanılmakta olan kavramların bir çoğu köleci toplumlardan, o dönemin ihtiyaçlarını karşılamak için çıkmıştır, örneğin politika kavramı ile siyaset kavramı böyledir.
Engelsin toplumsal gelişimini gayet güzel anlattığı gibi devlet, köleci toplumun bağrında kölelerin baskı gücü olarak doğup toplum sahnesine çıkmıştır.
Köleci toplumlarda, devlet işleriyle uğraşma hakkı ile devlet yönetiminde görev almaya politika deniyordu. Köleci toplumlarda politika yapma hakkı, köle sahipleri ile özgür yurttaşlara tanınan bir haktı. Sözden, laftan anlayan hayvanlar statüsünde olan kölelerin, devlet işleriyle uğraşmayı istemesi, bu konular üzerine düşünceler söylemesi zinhar (kesinlikle) yasaktı. Kölelerin toplumun yönetilmesine kafa yorup, kölelikten kurtulmak istemeleri halinde, onların uslandırılıp, cezalandırılmaları gerekiyordu. Devlet işleriyle uğraşma hakları olmadıkları halde, buna kalkışanların engellenmesine, bunların cezalandırılmasına siyaset etmek deniyordu. “Siyaset” kavramı, tıpkı atları eğitenlere kırbaç sözcüğünden türetilen bir sözcükle “seyis” dendiği gibi, ipten türetilmiş bir kavramdı. Çünkü devlet işlerine karışma hakkı olmayanların, uslandırılması için, onlarında ipe çekilip dövülmeleri gerekiyordu. Bundan dolayı “Siyaset meydanı” kölelerin kırbaçlanıp asıldığı alan anlamına geliyordu. Siyasetnamede, bugünkü ceza kanunları gibi kölelerin yani devlet yönetime katılma hakları olmadığı halde, buna yeltenenlerin nasıl cezalandırılacağı yöntemlerin anlatıldığı kitaplar anlamına geliyordu. İşte bundan dolayı Pir Sultan Abdal, “Siyaset günleri gelip çatmadan” derken, işkence günleri başlayıp asılacağım gün gelmeden önce demeye çalışıyordu.
Zamanla toplumlar değişip, alttaki ezilenlerinde devlet yönetimi konusunda söz söyleme haklarını almaya başlamasıyla beraber, bu iki kavram yani siyaset ile politika kavramları yerli yersiz kullanıla kullanıla birbirine karıştırılmaya başlandı ama gayet iyi hatırlıyorum biz, devrimci gençler, eskiden kendimize siyasetçi ya da siyasi, düzen partilerinde yönetime gelmek isteyen güvenilmez tiplere de politikacı derdik. Şimdi düşünüyorum da, o zamanlar, belki farkında bile olmadan, el yordamıyla da olsa doğru bir tanımlamada bulunurmuşuz.
Şimdi bu genel açıklamalardan sonra, Alevi kurumları ile birey olarak Alevilerin izleyeceği yol bahsine geçmek istiyorum. Yirmi beş ila otuz milyonu bulduğu sanılan Alevi kitlesi içindeki bireyler, kendilerine uygun gördükleri, istedikleri partilere girip onların politik mücadelelerine yani erk olma mücadelelerine katılabilirler, ama Alevi kurumları böyle yapamazlar. Alevi kurumları hem dinin siyasete alet edilmesini istemediklerinden, hem de laik devletten yana oldukları için, onlar partiler içine hapsolup politika yapmazlar, yapamazlarda, onların izleyeceği yol, bireylerde farklı olmak zorundadır, onların izleyeceği yol toplumun genel gelişmesine hizmet etmelidir.
Bu düşüncemi bir iki örnekle açıklayayım. Avrupa’nın, laik, demokratik, insan hakları ile bağlı yönetilen ülkelerinde, örneğin İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da vb hukuk sistemleri oluşurken, oralarda Anadolu’nun Kızılbaş Alevileri yoktu, bundan dolayı da oralardaki bu hukuk sistemlerin kuruluşlarında, bir katkıları olmamıştı. Ama bir gün koşulların zorlamasıyla Aleviler bu Avrupa ülkelerine gittiklerinden, oralarda oluşturulmuş olan laik, demokratik, insan haklarına bağlı hukuk sistemleri yüzünden, oralarda Aleviliklerini özgürce yaşayacakları toplumsal sistemleri hazır buldular. Bugün Avrupa’nın bu ülkelerinde yaşayan Aleviler hiçbir zorlukla karşılaşmadan, Aleviliklerini Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar bir özgürlük içinde yaşamaktadırlar.
Hal böyle ise ki böyledir, Alevi kurumları, partilerin içinde mücadele eden bireylerin peşine düşmek yerine, toplumun genel gelişimi üzerine siyasetler üretip, kendilerine uygun toplumsal gelişmelere hizmet edecek bir yol izlemelidirler. Bu nasıl olur, bu ne demektir derseniz bunu şöyle açıklayabiliriz: Alevi kurumları, yetmiş iki millete ayrım yapılmaksızın herkese eşit davranıldığı, kadınlarla erkeklerin eşit olduğu, yurtta sulhun uygulandığı gibi, komşu devletlerimiz başta olmak üzere, bütün dünyada barışın egemen olduğu, laikliğin, insan haklarının, kişisel özgürlüklerin korunduğu, bir toplumsal yapının oluşması için uğraşırlar, bunlara uygun olan parti politikalarına destek olurlar. Yani Alevi kurumları, partilerdeki, kişilerin yükselme, iktidar olma mücadelesine kendilerini bağlamadan, partilerin izleyeceği genel politikalara, toplumu dönüştüreceği genel politikalara bakarak, onlarlar hakkında bir karara varıp, onların geliştirmeye çalıştıkları toplumsal gelişmelere göre tutumlar alırlar.
Bugünün Türkiye’sinde toplumsal yapı, bir zamanlar Osmanlı’da uygulanan, bugünlerde de Ortadoğu’nun bazı ülkelerinde uygulandığı gibi, toplumun dinlerine, etnik yapılarına göre ayrılıp, her birine göre ayrı bir hukukun uygulanacağı bir sisteme doğru götürülmeye çalışılmaktadır. Bu vatandaşlık hukuku yerine, toplumu daha geri sistemlere götüren felaket kötü bir yapıdır. Erbil’de, Süleymaniye’de yaşayıp gelen arkadaşlarıma oralarda nasıl bir sistem var, diye soruyorum. Diyorlar ki, Erbil’de ya da Süleymaniye’de, Hıristiyanların bölgesine geçtin mi orası toplumsal yapı olarak Avrupa’dan farksız, Müslümanların bölgesi ise Suudi Arabistan’dan farksız. Osmanlı hükümranlığı zamanında, Sünnilerin, Alevilerin, Gayrimüslimlerin mezarlıkları bile ayrıymış; bir Alevi’yi Sünnilerin mezarlığına bile gömemezmişsin.
Şimdilerde “Medine vesikası” diye böylesi bir sistemi, allayıp pullayarak topluma dayatmak istiyorlar. Her çağdaş insan gibi Alevilerle, Alevi kurumları bu konuda duyarlı olup toplumun ortak vatandaşlık hukuku yerine böylesi bir hukukun uygulanma stratejisine karşı toplumu uyandırmaya çalışmaları gerekir. Bu yüzden, Alevi kurumların, Türk, Kürt, Arnavut vs diye bölünmesine, Alevi iş adamları, Sünni iş adamları gibi dernekler vs kurulmasına karşı durulmalıdır. Demokratik kitle örgütlerinin bu anlamda milliyetçi politikalar izleyip buna göre bölünmesi yanlıştı, Aleviler bu oyuna gelmemelidirler. Bütün bunlar hakkında muhabbet cemlerinde konuşmalıyız.