Soma’daki katliamın müsebbibi, kar hırsıdır!
Göz göre göre gelmiş Soma’daki patlama.
CHP’li vekiller, gözlerinin önünde sürüp giden ihmali, TBMM kürsüsüne taşımak için çırpınıp durmuşlar.
27 işçinin yaralanıp Yunus Güçlü’nün hayatını kaybettiği 20 Ekim 2013’de meydana gelen yangından sonra mesela CHP’li Sakine Öz sormuş:
“Yaşanan kazadan sonra Soma genelindeki maden ocaklarının iş ve işçi güvenliği açısından denetim süreçlerini gözden geçirecek, taşeron çalışma usullerini ortadan kaldıracak bir çalışmayı planlıyor musunuz?”
Bakanın cevabı “mevzuat hazretleri” şeklinde olmuş.
BU KADAR NOKSANLIK VARKEN!
Yapılan denetlemeleri eklemeyi de ihmal etmemiş.
Denetim listesine baktığınızda her seferinde noksanlık bulunmuş.
Her seferinde üç, beş, hatta 15 noksanlık!
Peki ne mi olmuş?
İdari para cezasıyla yetinilmiş!
Mesela CHP’li Özgür Özel, yeterli sayıda imzayı toplayıp, “4 Eylül 2012’de yaralanan 3 işçiden 1’i ölmüş, 4 Ekim 2012’de çıkan yangında 4’ü ağır 9 işçi yaralanmış ve 12 Kasım 2012 tarihinde çıkan yangında ise 2’si ağır 9 işçi yaralanmıştır. En son 20 Ekim 2013 günü aynı madende meydana gelen yangında 1 işçi hayatını kaybetmiş, 27 işçi yaralanmıştır” kronolojik bir hatırlatma yaparak başvurmuş:
“Soma’daki tüm maden ocaklarında meydana gelen iş kazalarının ve yaşanan ölümlerin sorumluları ile nedenlerinin araştırılması, bu tür olayların tekrarının yaşanmaması için kalıcı çözümlerin bulunması ve kamusal yaptırım ve denetimlerin yeterliliğinin ölçülmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz”
Özgür Özel, Araştırma Önergesi için MHP ve BDP’nin de desteğini aldıklarını söylüyor.
Ne mi olmuş?
Gerek görülmeyip reddedilmiş!
Öznesi belirsiz yazdığıma bakmayın; AKP oylarıyla reddedilmiş!
Ne zaman?
20 gün önce!
- günün sonunda, yani dün, alışılageldiği haliyle trafo patladı ve an itibariyle 201 işçi öldü.
Şimdi bütün bu olup bitenlere kaza denebilir mi?
Kaza da değil, kader de!
Kelimenin tam anlamıyla cinayet!
Aslında yabancısı değiliz bu cinayetlere.
Bugüne dek üç bin kişi hayatını kaybetmiş.
Kolunu, bacağını kaybeden; işitme ya da görme duyusunu kaybeden yaralıların sayısını bilmiyoruz.
DEV-MADEN-SEN Genel Başkanı Tayfun Görgün’ün, “burası özelleştirilmiş bir maden. Bu bölge metanlı bir bölge, bu nedenle çok dikkat edilmesi gerekiyor. Son dönemde Çalışma Bakanlığı denetimleri zayıfladıTaşeron işçi çalıştırmak yaygınlaştı. Sendikalı işçi sayısı azaldı. Hem mühendisler hem de işçiler üzerinde inanılmaz bir üretim baskısı var” dediğini de hatırlatalım.
“Kader” deyip geçiyoruz!
“Kader denilen şey neden hep işçileri, emekçileri, yoksulları buluyor?” diye sormuyoruz!
Güvenliğin en yüksek noktada olması gereken maden ocaklarında her üç ayda bir elektrik kontağı oluyormuş; habire trafolar patlıyormuş!
Müfettişler habire noksanlık tespit ediyormuş!
KAR HIRSININ SONUCU!
Onlar “noksanlık” tespit ededursunlar, patron, bütün bu şikayetler yokmuş gibi, bir büyük gazeteye, ballandıra ballandıra “TKİ’nin 130-140 dolara mal ettiğini biz 23.80 dolara mal ettik” diyesiymiş.
Gazeteci, futbolda “muz” diye tabir edilecek ortayı, “kârlılığa ulaşmak nasıl oldu?” sorusuyla yapmış.
Patron hiç kaçırmamış; basıvermiş “voleyi”!
“Bizim mühendis ve işçilerimiz uzaydan gelmedi. Sadece işi iyi planlamak, özel sektörün çalışma tarzı devreye girdi o kadar” diye cevaplamış.
Bir özelleştirme güzellemesi yani!
Kapitalizm işte böyle bir vahşettir. Merkezine daha fazla kar hırsını koyar.
Neymiş?
Devletin 130 dolara yaptığını, özel sektör 23.80 dolara yapıyormuş; hem de kar ederek!
Patronlar yalnızca kar etmeyi hedeflerse; devlet özel sektör karşısında el pençe divan durursa, gazeteci sıradan insanın aklına gelebilecek soruyu sormaktan imtina ederse olacağı budur!
130 dolarla 23.80 dolar arasındaki farkı merak edenler, dünkü maden cinayetine iyi baksınlar; o fark, 201 kişinin hayatına mal oldu.
201 cinayet!
İstatistiğin ötesinde bir şeyden; tam 201 eve düşen yangın bahsediyorum.
Yarın, öbür gün unutacağız olup bitenleri ve üzerine basıp geçeceğiz.
Kim bilir belki birileri şiir okuduğu için hapse atılmakla övünenlere şiirlerle bir hatırlatma yapar:
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı/ Düşün altında binlerce kefensiz yatanı”!
Alevileri rahat bırak!
Bu kez Almanya’da konuşmuş; konuşurken daldan dala atlamış. Örneğin “Yavuz Sultan Selim Köprüsü bile onları rahatsız etti” demiş.
“Onlar” dediği kim?
Hiç kuşkusuz Aleviler!
Sanki isim kalmamış gibi kırk bin Aleviyi kılıçtan geçiren birinin adını köprüye vermek, hiç tartışmasız, bir mesajdır. O mesajı alan Aleviler gerekli tepkileri gösterince konuşmalarına meze yapmaya başlamış.
“ADEM MANAYA DERLER”!
Bu kadarla da yetinmemiş; “Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmek ise benden daha Alevisi olamaz” diye de kendisinden öncekilerin çok bilinen bir repliğini tekrar etmiş.
İşte bu zor!
Neden mi?
Bakın Aleviler açısından yedi ulu ozandan biri kabul edilen Kaygusuz Abdal ne demiş:
“Bu Adem dedikleri
El ayakla baş değil
Adem manaya derler
Surat ile kaş değil.”
Yani Alevilik bir manadır. O manayı anlamak için insanın önce eline, diline, beline hakim olması gerekir. Bu üç sözcük birden Alevi erkanını, edebini oluşturur. Demek ki Hz. Ali’yi sevmek, Ali’yi anlamakla doğrudan ilintili bir duygudur. Üstelik mesele Ali’yi sevip sevmemekle sınırlı da değil; Ali’yi anlamakla ilgili bir şeydir. Diyor ya Hz. Ali, “Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.”
ELİNE, BELİNE, DİLİNE!
Eliyle ilgili arşa varmış söylentileri bir yana bırakalım; diline bakalım. Ne de olsa Hacı Bektaş’ın dediği gibi, “İnsan dilinin arkasında gizlidir.”
2011’de, Çorum’da Alevilerin katli hakkında fetvalar veren Ebu Suud’u alkışlatıp, Kılıçdaroğlu’nu inancı üzerinden yuhalatmasını bir yana bırakarak bugüne gelelim.
Almanya’daki konuşmasında Diyanet İşleri Başkanının milyon euroluk aracıyla ilgili de konuşup, “haberim olsa iade etmesine izin vermezdim” demiş.
Şaşırdık mı?
Yokluk, yoksulluk içinde kıraç toprakları kendi imkanlarıyla yeşil bir ormana dönüştüren Atatürk’ün mirası üzerine, tümüyle rövanşist bir duyguyla ihtişamlı saraylar yaptırıp oturan birinden ne demesi beklenirdi ki?
Ne de olsa “ağaca tırmanan keçinin dala bakan oğlağı olur”!
17 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı bu ülkede, ihtişamlı mülkler üzerinden büyüklük gösterisine girişmek, hamlıktır. Bu nedenle Aleviler, anlam kargaşasını önlemek için zahir olan büyük kavramına karşın batın olan “ulu”yu kullanırlar.
DİYANETİ SAVUNDUĞU NOKTAYA BAKIN!
“Bugün Türkiye’de Boko Haram gibi, DAEŞ gibi örgütler varlık gösteremiyorsa bunda en büyük pay Diyanet İşleri Başkanlığının”mış!
Neymiş?
Alevi-Sünni, Müslüman-Hıristiyan, Türk-Kürt, inançlı-inançsız herkesten toplanan vergilerle 150 bin kişilik dev bir ordu gibi büyütülen Diyanet olmasa Türkiye cehenneme dönermiş!
“Yatın, kalkın; dua edin” demeye getirmiş.
Sözün altındaki tehdidi fark etmediğimiz sanılmasın ama biz somuta dönelim ve soralım; Maraş Katliamını kim yaptı? Madımak’ı kim ateşe verdi? Katiller süre aşımı nedeniyle beraat edince kim “hayırlı olsun” dedi?
Makamları ulaşılmaz kılan yüksek güvenlikli saraylar ya da zırhlı araçlar değil; yönetenlerin zihniyeti olduğunu bakın Yunus Emre nasıl anlatmış:
“Yol odur ki; doğru vara,
Göz odur ki; Hakk’ı göre,
Er odur ki; alçak dura,
Yüceden bakan göz değil.”
YOKSAN, YOKSUN!
Peki şu sözüne ne dersiniz?
Demiş ki “Alevilik bir dinse Tayyip Erdoğan orada yok!”
Bir din olduğu iddiası, Aleviler arasında pek yaygın bir düşünce değil ama şöyle düşünün; Papa “İslamiyet bir dinse ben orda yokum” dese, milyonlarca Müslüman için nasıl bir anlam ifade edebilir?
Yoksan yoksun!
Zaten Aleviler, zahir ile değil batın ile ilişkilidirler. Alevilik, tıpkı Pir Sultan’ın dile getirdiği gibi, “Demirin yüzünde gezen karıncanın izini, karanlık gecede bulanların girebilecekleri” bir yoldur.
Hatayi de, muhtemelen bugünleri görüp, şu sözleri dizeleştirmiş:
“Müminlik bahsin edenin,
Hırs-u nefsi ölü gerek.
Hak sıfatın gözleyenin,
Kıldan ince yolu gerek.”
Anladık; yasa yapıcıların hesap etmediği açıklardan faydalanıp AKP’ye oy istiyor. Bu halkın ona inanıp, AKP’ye oy vermesini çok arzuluyor. O’nun için de öncüllerinin de sıklıkla başvurduğu, “Alevilik, Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim” diyor.
İyisi mi, Mahsuni Şerif üzerinden yanıt vereyim:
“Ali fakiri soydu mu?
Ali millete kıydı mı?
Ali nefsine uydu mu?…”